Monday, December 16, 2013

Kuzey Karadeniz, Macahel vadisi gezisi (1200 endemik bitki var)

Video: Sifalı Daglar, Samanyolu TV  Dak. 14:30
http://www.kure.tv/belgesel/1288-sifali-daglar/sifali-daglar-19-bolum/19-Bolum/141610/

-------------
Macahel Vadisi

http://macahel.com/ da nefis fotograflari bulunan yoremiz.

yolu toprak, git git bitmiyor ama guzel bir doğasi var. ayrica tema vakfi orada arastirma merkezi kurmus arilarla ilgili.

2002 yılında wwf tarafından biosfer rezerv alanı ilan edilmiş, doğası,havası,suyu ve insanları henüz kirlenmemiş cennet yer. 2 yıl öncesine kadar özel izinle girilebiliyormuş buralara, bugünlerde ise de gittiğinizde kimliğinizin bir fotokopisini sınır karakoluna bırakmanız gerekiyor güvenlik açısından.

unesco tarafından uluslararası öneme sahip karasal ve kıyı ekosistemlerinin olduğu, biyolojik çeşitliliğin korunması, ekonomik kalkınma ve kültürel değerlerin devamlılığı arasındaki çatışmaların sürdürülebilir bir şekilde çözülmesine dönük temel bir yaklaşım olan biyosfer rezerviolarak nitelenen ülkemizdeki tek alandır. bu açıdan da büyük öneme sahiptir. aşağıdaki makaleden ayrıntılara bakmak isteyenler görebilir, ingilizcem var ve ben daha nitelikli bilgi arıyorum diyenler de bir altındaki makaleye bakabilir;

http://www.macahel.org.tr/…article&id=98&itemid=125

http://www.unesco.org/…sciences/biosphere-reserves/
-----------------

Youtube Videos
zor yollar 151. bölüm artvin-camili-macahel-maral şelalesi - YouTube

TRT Zor Yollar 38. Bölüm ARTVİN ŞAVŞAT MACAHEL - YouTube
-----------------

 Macaheli - Vikipedi tr.wikipedia.org/wiki/Macaheli

Macaheli vadisi, değişik türde yaşlı ağaçlarıyla ünlüdür. Vadinin bütün bayırları ağaçlarla ve çayırlarla kaplıdır. Vadinin yaklaşık % 70'i ormanlar ve meyve ...

Artvin Doğal Güzellikleri - Camili - Macahel - Karadeniz Gezi www.karadenizgezi.net/artvin_dogal_guzellikleri.htm

Artvin Doğal Güzellikleri, Artvin Mağaraları, Artvin Mağaraları, Camili, Machael, Borçka Karagöl, Şavşat Karagöl, Karagöl, Meydancık, Hatila Vadisi Milli Parkı, ..

Düşler Vadisi MACAHEL : Rehber Yazılar : DEEP NATURE Travel www.deepnature.com/rehber...Vadisi-MACAHEL/44

Karadeniz'in halen bakir kalmayı başarabilmiş köşelerinden birisi Macahel. Yeşilin her tonunu görebileceğiniz, doğası eşsiz saklı bir köşe.

---------

Macahel diye bir yer var…

Arkadaşlar, merhaba.
20-27 Ağustos 2005 tarihlerinde Tema Vakfı’nın düzenlediği, Adana’dan 5, Mersin’den 2 ve İstanbul’dan 6 kişinin katılımı ile gittiğimiz bir tracking turu.
Fotoğrafları elime geçip yeniden yaşayınca sizler ile paylaşmadan edemeyeceğime karar verdim.
Macahel...  Artvin'in   ilçesi   Borçka'ya   bağlı,  doğal  güzelliklerini   korumuş  6  köyden  oluşan  yörenin  adı. Aslında 20 civarındaki köy topluluğundan oluşuyor, ancak 1920’lerde köylerin önemli bir kısmı, Gürcistan’da olmayı seçmişler. Türkiye’yi seçen köyler ise Camili-Düzenli-Efeler-Kayalar-Maral-Uğur.
El değmemiş bir bitki örtüsü ile muhteşem bir doğa parkuru, Macahel.
20 Ağustos günü Trabzon hava limanından bizleri alan minibüs ile başladı bu yolculuk. İlk durak, Borçka-Mavi Ay restaurant. Alabalık ve salatalar ile başlayan ufak bir ısınmadan sonra o günün son durağına ulaştık: Karagöl
Karagöl, yemyeşil dağların dibinde, küçük ama etkileyici bir göl. Bir sandalı var konaklama tesisinin. Fotoğraflarda göreceğiniz bu sandalı, göl yüzeyine yakın bir kesilmiş ağaç gövdesinin üzerine nasıl çıkardığımı, gemi kaptanı olarak (!) yolcularımın sükunetini ve güvenliğini kısa sürede tesis edip, kurtarma çalışmaları sırasında o ağaç gövdesi üzerinde 360o dönme çalışmaları yaparken bir anda bastıran sis ve akşam karanlığı ile 5-6 m. ilerideki kıyının ve hatta gölün kendisinin görünmez olduğunu, kürek ile kayığın altındaki kütüğü ittirmeye çalışırken küreği sandala bağlayan o ince demir çubuğu göle düşürdüğümü, sandaldaki giderek artan gerilimin başarı ile  nasıl üstesinden geldiğimi, bizden umudu kesen kıyıdakilerden birisinin göle atlayıp o siste bizi zorlukla bulmaya çalıştığı anlarda benim de suyun altında ağaç gövdesini bulup, kürekle onu ittirerek sandalı kurtardığımı, tam o esnada kurtarıcımızın da bizi bulup sandala çıktığını ve yolcularımı ve sandalı kıyıya sağ salim getirdiğimi  arkadaşlara anlatacağım Macahel’e ait en heyecanlı anım olduğunu düşündüğümde ne kadar yanıldığımı izleyen günlerde idrak edebilecektim.
Borçka Karagöl
Şekil-1. Borçka - Karagöl
Güzel bir akşam yemeğinden sonra mütevazi konaklama tesisinde kamp ateşi ile ısındıktan sonra bastıran yağmur ile akşamı bu kezlik erken sonlandırıp sabah güzel bir güne uyanma beklentisi ve ilk kez deneyeceğim bu tatil biçiminin bana ait kaygıları ile uyumaya çekildik.
Ertesi gün uyandığımızda yağmakta olan yağmur, Adana’nın kısa bir süre şiddetle yağdığında sel baskınlarına neden olan yağmuruna benziyordu. Minibüsümüz gelene dek iyimserlik ile bekledik. Yağmur durmadı. İki saatlik bir gecikme ile yağmurluklarımızı giyip yola çıkmaya karar verdik. Ne kadar ıslanabilirdik ki. Deneyimliler tozluklarını çıkarıp giydiler. Bizler, battal çöp poşetlerini koli bandajları ile bantlayarak tozluğa çevirdik.
Atanoğlu yaylası
Şekil-2. Atanoğlu yaylası
Minibüs bizi çıkabildiği yere kadar çıkarak Atanoğlu yaylasına bıraktı. En son inen ve arkada kalan bizler büyük bir hevesle öndekilere yetişmek üzere hızlandığımızda nefeslerimizin kesildiğini, kalbimizin yeterince kan pompalayamadığını görüp atmosferdeki oksijen ile idare etmek zorunda olduğumuzu anlayıp yaklaşık 1 dakikalık süren yürüyüşümüzden sonra mola verme ihtiyacı hissettik. Nasıl yürümemiz, tırmanmamız gerektiğini deneyimlilerden öğrenip ihtiyar nineler ritminde ve süratinde olmak üzere yürüyüşe yeniden başladık. Hedef Beyazsu yaylası. Ben bu yaylaları Adana’dan biliyorum; Tekir, Bürücek (otoban kenarındalar), Tarsus’un Çamlıyaylası, çok gittim, araba ile ama olsun, deneyimliyim… Yürürüm.
Atanoğlu yaylası geride kaldı
Şekil-3. Atanoğlu yaylası geride kaldı
Yağmurun yeniden başlaması ile Panço denilen uzun yağmurlukların niçin bizim üstümüzdeki sıradan yağmurluklardan daha fonksiyonel olduğunu kısa sürede anladım. Muhteşem manzaralara şahit olarak ama sürekli tırmanarak uzaktaki bir hedefe varmaya çalışıyoruz. Şurası Macahel vadisi, pusulam da var, saat kayışına takılanlardan ama, oryante olamadım. Tema vakfının rehberi, İ.Ü. Orman Mühendisliğinde yıllardır okuyan genç bir arkadaş. Sürekli anlatıyor. Ancak dün de Esma’ya sordum. Hala parkurumuzu kafamda canlandırmayı başaramıyorum. Esma da..
2000-2.200 metreden sonra ağaç örtüsü yavaş yavaş kaybolurmuş. Doğru, kayboldu.
Tırmanıp da öte yakasını gördüğümüz ilk dağdan aşağı baktığımızda, bu geziden aklımda kalan en hoş sürprizlerden biri vardı karşımızda. Hayatımda ilk kez, bir gök kuşağını ondan daha yüksek bir noktada seyretme şansıydı bu. Daha da şanslıydım. Kısa bir süre sonra üst üste iki gökkuşağı oldular.  Gözümüz kesse, biraz aşağı inip gökkuşağının bittiği noktaya ulaşılabilecek kadar da yakındı.
Resim-4. İkili Gökkuşağı (üstteki biraz dikkat edilirse görülebilir)
 Ufak bir moladan sonra daracık bir patikayı izleyip bir tepenin arkasına dolanmaya başladık. Bu bulutları daha önce uçak ile seyahat ederken altımda görmüştüm. Onların üstünde olmak da hoş bir duygu. Patikadan düşersek tamam bulutlar tutmaz bizi, ama tutunacak yeşillikler var hiç olmazsa.
Sürekli yürüdük. Molalarda sırt çantalarından çeşitli sürprizler çıkıyor. Çukulatalar, badem, cevizler, fındık, üzümler, krokanlı bir şeyler… Bizim de kendimize aldığımız birkaç parça kuruyemiş ve çikolatayı ilerleyen günlerde grup arkadaşlarım ile paylaşmayı düşünmeye başladım.
Hava bulutlu ve yağışlı olmasa, çok uzaklarda Karadeniz’i de görebileceğimizi söyleyen rehberimizin peşine düştük yeniden yollara, aslında çevreye değil, düşmemek için önümüzdeki yola, bastığımız taşlara baka baka.
İlk gün çok uzun bir yürüyüş sonrasında Beyazsu yaylasını uzaktan gördüğümüzde, önümüzde hala 2 saate yakın bir yol vardı. Bu yolun son kısmını yeniden şiddetli yağmur altında yürüyerek bir insanın ne kadar ıslanabileceğini de anlamış olduk. Bu yayla evlerinin, bizim yaylalardakiler ile bir benzerliği de yok.
Beyazsu yaylasında girdiğimiz köyevinin alt katı, bu tür geziler için konaklama amacıyla düzenlenmiş. İlk sürpriz, yoğun yağış nedeniyle İsrailli grubun burayı boşaltmamış olması idi. İkinci sürpriz, bizi Atanoğlu yaylasına bıraktıktan sonra geri dönüp araba yolundan 6 saatlik bir yol katedip eşyalarımızı getirecek olan minibüsün henüz gelememiş olması idi. Kıyafetlerimizi, gürül gürül yanan kuzinenin çevresine asıp deneyimliler, yedek pantolon-eşofman altlarını giyerken şanslı olan birkaç kişi de ev sahibi Nezaket teyzenin verdiği bir iki pantolon ile kuru kıyafetlere kavuşabildiler.
Kuzine’nin üzerinde pişen adını hatırlayamadığım ama lezzetini unutamadığım yemekler, mısır ekmeği, mutfakta daha önce pişirilmiş olanlar ile birlikte sofraya geldiğinde bütün yorgunluklar unutuldu. Eşyalarımız da bu sırada geldi. Kendi kıyafetlerimiz ile sıcacık çaylar da bir başka keyifti doğrusu..
Resim-5. Kuzinede pişen akşam yemekleri
Ardından rehberimizin liderliğindeki vampir-köylü oyunu da gecenin animasyonu olarak keyiflenmemize katkıda bulundu.
Erkekler bir köyevinde, kadınlar da yemek yenilen köyevinde iki odadaki yatakları paylaşarak uyudu. Sabah kahvaltıyı takiben vurduk yollara yeniden. Denilene göre şu gördüğümüz dağa tırmanıp gerisindeki Yıldız gölüne girip aynı dağı tekrar geri tırmanıp ardından Gorgit yaylasına yürünecekmiş. Tamam, dün 6-7 saat yürümüştük, yine yürürüz. Hava da güzel. Ciddi bir eğimde yavaş yavaş tırmandıktan sonra aynı hızla göle indik. Ben hastayım, boğazım ağrıyor, burnum akıyor. Ama sağlam olanların çoğu o güzelim Yıldız gölüne, soğuktan morarak bağıra çağıra girdiler. Aynı yolu geri döneceğimiz için kuruması amacıyla bıraktığımız sırt çantası ile uzun kollu gömlek, göle girenler çıkıp rehberimizin hazırladığı yemeği yerken basan sis ile ulaşılamaz oldu. İki kişi çantalarımıza ulaşmak üzere öne düştüğümüzde arkadan bize yetişmeye çalışan birkaç kişinin ancak sesini duyabiliyor, gittiğimiz yönün doğru olmasına dua ediyorduk. Tesadüfen o büyük kayayı gördüğümüzde “tamam”, dedim, “kaybolmadık”. Kuruması için bıraktığımız giysilerimiz ve çantalarımız eskisinden daha da ıslak bir şekilde çantamızdaki poşetlere yerleştirildi. Ekibin geri kalanının gelmesi ile birlikte yeniden yürümeye başladık.
Yıldız gölü
Resim-6. Yıldız buzul gölü.
Uzunca bir yürüyüşten sonra inişe başladık. Bitki örtüsü değişti, muhteşem çiçekler ve yeşillikler arasından yürüyüp ormana yeniden girdik.
Bir uzunca yürüyüşümüz daha oldu, böğürtlenler, ayı üzümleri yiyerek Gorgit yaylasına yaklaştık. Uzaktan görünen evlerin yakınlarında bir yere çadırlarımız kurulmaya başlanmış. Çadırların evlerin yakınında olmasının getirdiği bir rahatlık, güven hissi, kaygılarımın birazını azalttı.
 
Resim-7. Gorgit yaylasına iniş
Yine güzel bir kamp ateşi, sıcacık çorba ve yemeklerin ardından içilen şaraplar. Gökyüzündeki, benim mavi yolculuklardan alışık olduğum yıldız ve Samanyolu şöleni. Swift-Tuttle Kuyrukluyıldızı'nın meteor yağmurunun da son günleri, gözlerim gökyüzünde. Ay da muhteşem doğacak biliyorum, ama yorgunluğa yenik düşüp çadıra girdim, uyku tulumuna da. Bir ara bir şarhoş, çadırın kenarını azıcık ezerek geçti, hatırlıyorum. Çadırın üstünden geçtiklerinde değil ama ileriki bir saatte, zaten ağzım burnum tıkanmış, kurumuş, fırlayarak uyandım. Oksijen bitmişti (!), karanlıkta çadırın fermuarını el yordamı ile telaşla buldum, biraz hava aldım. Yeniden yattım, uyudum. Oksijen bitmemişti.
Gorgit yaylası
Resim-8. Gorgit yaylasında kamp
Ertesi sabah mükellef bir kahvaltı ( 4 yıldızlı otel kıvamında; domates, salatalık, peynir, zeytin, reçeller, yağ, sarelle, tahin-pekmez ve ünlü Macahel balı) ardından yeniden vurduk yollara. Hedef, Çukuneti yaylası.
Ortalama 6 saatlik günlük yürüyüşlerin kaderimizin bir parçası olduğunu kabullendiğim gün. Hava sıcak, yağmuru arıyor muyuz ne. Telefonlar 3 gün süreyle çekmeyecek, kapalı zaten. Naproksen ve amoksisilin ile gündüzleri en ufak bir şikayetim yok, yürüyorum.
Yürüyüşten keyif aldığımız bir an..
Resim-9. Yürüyüşten keyif aldığımız bir an..
Uzun bir yürüyüş sonrasında yeniden bir krater gölü. Bu sefer niyetliyim, gireceğim, dünden içimde kaldı. Gruptan bir Esma girebildi. Anormal soğuk. Bir doktor olarak yerel rehberimize (Ersin) sordum, “Gireyim mi?”, “Girme” dedi, “Daha kötü hasta olursun”. Mayoyu yeniden çıkarmadan önce yine muhteşem bir öğle yemeği: ton balığı, zeytinyağlı barbunya, domates, salatalık, helva… Buz gibi bir Tang meyve suyu.
Resim-10. Buz gibi bir göl daha
Doyduk, işte çıkacağımız dağ orası. 40 virajlar diyorlarmış uzaktan ne olduğunu algılayamadığımız, herhalde patika olsa gerek, o yola. Yavaş yavaş çıkıyoruz, saydım, 80 virajlara. Esma bir süredir Voltaren içiyor, dün akşam mide krampı ile uyanmıştı. Bir adet Lansor ile yeniden uyuyabilmişti. Virajların yarısında mide krampları yeniden tuttu. Yürümesi mümkün değil. Birkaç viraj daha çıktık, ama daha çıkamayacak. Düşersek anında oturmamızı söylemişlerdi. Burada düşersek (ölmeden önce) orman gülü denilen bitki örtüsünün tutunulacak kadar sağlam olduğu hatırlatıldı. Rehberimiz muhteşem bir çocuk, en altı doktor var ekipte, Talcid tabletler onun çantasından çıktı. Esma yürüyebilir hale geldi. Aşağıdan yabancı bir kişi bize yetiştiğinde oralı bir amca olduğunu gördük. Minibüs şöförümüz Tahir’in akrabası imiş. Ayakkabılarımızı beğendi, yediklerimizi beğenmedi. Burayı çıkabilmek için sıkı yemek gerekiyormuş. Fasulye yenecekmiş, tok tutarmış, sıkı giyinilecekmiş, “Hadi” dedi “adımlarıma uyun”. “Amcacığım sen yürü, bizi merak etme” dedik. Ekibin son elemanları olarak dağın tepesine çıktığımızda aşağıdaki beyazlığın kar olduğunu söylediler. İniş daha da heyecanlı, zemin yerinde duramayan taşlar ile kaplı, bazılarımız rehber ile el ele inişteler, aile bütünlüğü tehlikede mi.. Biz inişi yarılamadan yaşlı amca, inişi bitirmiş, karlı alanı geçmiş uzaklaşıyordu.
Resim-11. 40 virajlardan bir görüntü
Karların üzerinde resim çektirirken biraz aşağıda, bizi daha önce geçip, 40 virajları tırmandıktan sonra bu inişi de geçmiş olan katırların boşalttığı eşyalarımız ve rehberimizin söylenmesine yol açan bir düzensizlikte, ama biz baktığımızda bir hilal gibi dizilmiş çadırlarımız. İşte bu vadide bizden başka kimse yok. Gece ziyaretçilerimiz olmaz inşallah.
Resim-12. Kamp kuracağımız alan
Yine muhteşem bir yemek, sıcacık çorbalar, olmazsa olmaz kamp ateşimiz. Şaraplarımızı (biraz az almışız, ama Borçka’da Petrol Ofisi’nde DLC Öküzgözü, Kalecik Karası ve Cabarnet Sauvignon-Merlot şaraplarını bulmuş olmamız ne büyük bir şans oldu) içerken bu gece ay doğuşunu göreceğim diyenler yavaş yavaş çadırlarına çekiliyorlar. Dağların ortasındayız, Serdar’ın GPS cihazı, ayın kaçta doğacağını söylüyor: 20.30. Ama dün geceden öğrendik dağların yüksekliği nedeniyle yaklaşık iki saat kadar geç doğuyor ay. Ayın nereden doğacağını da öğrendik. Büyük ayı yıldız takımını buluyorsun. Cezvenin sağ kenarından aynı doğrultuda 5-6 kenar mesafe daha yukarı doğru baktığında oradaki küçük ama diğerlerinden daha parlak yıldız, Kutup Yıldızı. Kutup Yıldızı’na bakarken sağ kolunu tam yana aç, dön, elinin gösterdiği yöne bak. Aha, işte ay oradan doğacak.
Ayın doğacağı dağa doğru bakar ve boyun kaslarımızın tutulmasını önlemeye çalışırken arkamızda kalan dağların üzerine sis çökmeye başladı. Dikkatle bakınca bunun sis değil bir aydınlanma olduğunu anladık. Ayın kendisinden önce ışığının ardımızdaki dağı aydınlatması olduğunu ise bir süre sonra idrak ettik. O aydınlanma giderek dağın eteklerine indi ve ay doğmadan ben yine çadırdaydım. Uyanarak çiçek toplamaya gittiğimde saat 02.00 civarı idi ve bir bozayı ya da çiçek  toplamaya çıkmış bir başka ekip arkadaşımın çiçek toplayışımı rahatlıkla görebileceği kadar pırıl pırıldı ortalık. Bozayılar bu saatlerde uyuyordur diye dua ederek süratle çiçek toplayıp çadıra döndüm. Alın fenerimi kolayca bulabileceğim bir yere koyup yeniden uyudum. Bir daha panik atağım olmadı.
Ertesi sabah istikamet Kuyruklu göl. Yine yürüyoruz. Çişkara geçidi üzerinden (bu geçitten düşüp ölmeden) geçip hatta bir kısmımız geçemeyip rehberin yardımı ile aşağıdaki sarp uçurama bakmamaya çalışarak geçip yine yüksek bir yerlere  çıktık. Molalarda yine kuruyemişler, çikolatalar. Uzun bir yürüyüş sonrasında önümüzde Kötügöl. Bugün daha da iyiyim, yerel rehberimiz de yok, kesin gireceğim.
Resim-13. Çişkara geçidi
Girdim, giren çığlık atıyor. Gerçekten çok soğuk. Uyuşuyor insan, 1 dakikadan fazla suda kalabilen yok. Yedik, içtik. Teflon tavada güneş ışığında sucuk bile pişirdi rehberimiz. İspirto ocağı imiş, tavanın altına eğilip baktık. Şöyle bizim yaylalardaki mangal olayına hafiften girmiş gibi olduk.
Güneş gözlüğümü bulamıyorum, Esma da arıyor, bulamıyor. İyi ki yedek olanı ile dolaşıyordum.
Resim-14. Kötügöl
İstikamet, Kuyruklu göl. Yine uzun bir yürüyüş. Yürüyoruz, yürüyoruz, yürüyoruz.. Sohbetler artık daha koyu, ekip elemanları birbirine daha yakın. Bir yayla köyünün içinden geçiyoruz. Günler sonra ilk kez otomobil görüyoruz.
Köy arkamızda kalıyor. Yürüyoruz. Biz en arkadayız, inişteyiz, arkamızdan bir gürültü. Tamam, yaban domuzu nihayet saldırıya geçti. Dönüp bakıyorum, sakallı , genç bir adam, iki elinde de yürüyüş batonları, sanki dört ayak süratle yürüyor. Bizim ekipte de batonu olanlar var, ama işte baton böyle kullanılıyor demek ki. Adamla kısa bir konuşma sonrasında ekibinin geri döndüğünü ancak kendisinin görmek istediği birkaç yayla daha olduğu için tek başına yürüdüğünü öğreniyoruz. Adam çıkıdı çıkıdı süratle bizim ürkerek indiğimiz yokuşu inip gözden uzaklaşıyor. Yaban domuzları ve bozayılar, kalabalık ekibimizdense herhalde bu yalnız adamı tercih ederler…
 
Resim-15. Kuyruklugöl
Yine çadırlarımız hazır. Her akşam olduğu gibi kayak yaparken giydiğimiz kıyafetlerimizi (en azından bazılarımız bu anlamda daha hazırlıklı) bereler ve eldivenlerimizi (bazılarımız hariç) giyip ateş başındayız. Bu kez yakacağımız az, orman güllerini yakmaya çalışıyoruz. Ben bir torba dolusu kuru dal toplamıştım gelirken, onlar da iyi yanıyor. Ama bu gece ateşimiz pek başarılı değil. Eksikliği, o anda oluşturduğumuz Grup Macahel’in söylediği, aslında şarkı sözü fakiri olduğu için pek de söyleyemediği ama animasyonu kuvvetli bir şov ile kapatmaya çalışıp şaraplarımızı içtikten sonra ayın doğuşunu görmeyi bekleyemeden (ben) çadırlarımıza çekiliyoruz. Artık çadır beni korkutmuyor. Geceleri bozayıların da uyuduğundan eminim artık.
Ertesi gün Meretta yaylası üzerinden minibüsümüz ile buluşacağımız Uğur köyüne hareket ediyoruz. Yine yürüyoruz. Mecnunlar gibi yürüyoruz. Bu kez yol çok uzun, bir süre sonra yayla evlerinin arasından geçip sularımızı tazeledikten sonra 1000 m alçalacağımız orman içine giriyoruz. Burada kesin bozayı vardır. Gerçekten yemyeşil, muhteşem renklerde çiçekler. Güneşi zaman zaman göremeyeceğimiz kadar yoğun bir orman. Sürekli iniyoruz, gözümüz önümüzdeki taşlarda, artık son günler, bugüne dek düşmedik bundan sonra da düşmeyelim. İki gecedir dizlerim ağrıyor. Bu iniş daha da yük bindirecek dizlerime. Ama tenis oynarken rahat edeceğim, kondisyon olarak geri dönecek bana bu eziyet. Yürüyoruz.
Aha, işte nihayet, ayı pisliği gördük. Taze. Ayıcık yakınlarda.
Esma düşmüş, sol bacağı dizinden arkaya kıvrılmış. O dizi zaten şişti. Esma “kesin bir bağ kopardım” diyor. Ortopedist var aramızda, elastik bandajımızı sarıyoruz. Yürüyoruz, bir şey olmamış, ağrı da yok, ya da eskisi kadar. Yürüyoruz.  Bir ara rehber, “burada yiyelim mi yoksa 20 dk.lık bir yol sonrasında su var, orada mı yiyelim?” diyor. Sulu alanı tercih ediyoruz. Bir buçuk saat sonra oradayız. Mükellef bir sofra daha, buz gibi Tang.
Yürüyoruz.
Bugün bu yol bitmiyor.
Resim-16. Mütemadiyen yürüyoruz.
Yürüyoruz.
Sonunda bir araba yoluna çıkıyoruz. Bu yol, bizi minibüsümüzün beklediği yere götürecek, oradan ver elini Uğur köyü ve ardından Camili köyü.
Resim-17. Macahel vadisi
Yürüyoruz, hani geldiydik.
Yürüyoruz. Olması gereken yerde minibüs yok, yürüyoruz. Karakovan balının ürediği, karakovanları görüyoruz ağaçlarda.
Yaklaşık 8 saatlik bir yürüyüşü tamamladığımızda minibüse ulaşıyoruz. Bir “Finish” ipi germişler ben sondan ikinciyim, Esma  o bacağı ile koşarak atak yapıyor ve ben sonuncu bitiriyorum yürüyüşü. Bu kez minibüsün ön koltuklarına oturuyoruz Esma ile. Terfi ettik. Gruptan iki kişi eksik, birini yoldan alıyoruz. En kıdemlimiz Altuğ ağabey yok.
Nispeten uzun bir yol ile Camili köyüne, Tema vakfının yapmış olduğu muhteşem konaklama evine geliyoruz. Altuğ ağabey orada da yok. Kesin bozayı yedi onu. Eşyalarımızı indirip odalarımıza yerleşirken minibüs ve rehber Altuğ ağabeyi aramaya çıkıyor.
Resim-18. Camili köyünde Tema vakfının misafirhanesi
Akşam yemeğimiz muhteşem. Masalarda oturuyoruz, muhteşem yöresel yemekler, şarap. Çağrı’nın doğum günü bugün. Rehberimiz bizi bıraktıktan sonra yeni bir grubun çadırlarını ulaştırmak üzere bize ayrılmıştı. Ancak doğum günü pastası ve şarap, rehberimizden, Yunus’tan. Altuğ ağabeyi bulmuşlar, bize katılıyor.
Ertesi sabah yine muhteşem bir kahvaltı ve Macahel balı. Kahvaltı sonrasında balkona çıkıp demonstrasyon için kurulmuş bir bal kovanını denetliyoruz. Camdan yapılmış bu kovanda binlerce arı var. Hepsi işçi arı, ömürleri 2-3 hafta. Sadece bal yapıp kraliçe arıyı besliyorlar, arı sütü ve bal ile. Bir de 200 civarında erkek arı var. Onlar da sadece yiyorlar, bazıları ise kraliçe arının lütfu ile çiftleşme olanağı buluyorlar. Çiftleşme, kraliçe arının uçarak yükseldiği bir rakımda gerçekleşiyor. En güçlü erkek arılar herhalde bunu başarıyor. Tema vakfının konaklama evinde bir de laboratuar var. Burada safkan Kafkas kraliçe arısı üretiliyor. Bu arılar çok kıymetli. Trakya’daki arıcılara da satılıyor ve 7-8 kg.lık kovan balı üretimi 30-40 kg’a çıkıyor. Kraliçe arıların ömrü 3-4 sene. İlk iki yılı çok verimli. Bir kez çiftleştikten sonra uzun süre yumurtlayabiliyor. Eğer kraliçe arı ölürse ve arı üretici farkına varmazsa işçi arılar içlerinden birini kraliçe arı kılıyorlar. Bu arının ömrü, arı sütü ile beslenerek 2-3 haftadan 3-4 yıla çıkıyor. Bu bilgi bize arı sütü üretme ve yiyerek ölümsüz olma projesini gerçekleştirmek için ilham veriyor.
Terasa çıkıp baktığımızda karşıda görünen yemyeşil dağı, yukarıdan aşağıya ikiye bölen bir dere yatağı görünüyor. Bu çizginin sağ tarafı Gürcistan. Camili içinde bir askeri karakol var, sınırı kollayan. Karşımızdaki tepede ise sınırı kollayan sadece küçük bir sınır taşı.
Son günümüz, şelale’ye gidilecek. Minibüs ile girişe gidiliyor ve oldukça dik bir iniş ile şelaleye iniliyor. Şelale gerçekten çok güzel, ama oldukça soğuk. Girenler var, ben cesaret edemiyorum.
Kekik toplayarak geri çıkıyoruz. Kısa bir minibüs yolculuğu, içi rengarenk boyanmış bir cami gezisi, ardından Hamdi Hoca’nın inanılmaz manzaralı evinde muhteşem bir öğle yemeği.
 Rsim-19. Şelale
Akşam yeniden Tema vakfının konaklama evindeyiz. Yemeğin ardından, akordeon eşliğinde Artvin oyunları. Bizler de Atabarı oynamayı beceriyoruz, bazılarımız kaygan zemine yenik düşüyor, bazılarımız yorgunluğa.
Ertesi sabah minibüsümüz ve Tahir kaptanımız ile Camili’ye veda ederek Trabzon havaalanına dönüş yolculuğumuza başlıyoruz, çantalarımızda Macahel balları ile birlikte. Rize’de Rize bezi ve muhteşem bir kuru fasulye ziyafeti. Trabzon’da pide takviyesi. Birer saatlik rötarlar ile İstanbul üzerinden saat 02.00’de Adana’ya dönüş.
Paylaşmak istedim, bu deneyimi. Biraz uzun oldu biliyorum, ama yalnızca 300 ailenin yaşadığı, “Macahel” diye bir yer var, bilesiniz istedim.

Saturday, November 23, 2013

Best Things To Do while on Vacation in Indonesia


Some photos
http://www.flickr.com/photos/adamcohn/sets/72157624121058355/page1/
-----

try going to these places:
  • a lot of people would recommend Bali or Lombok and I'd say that you have to go there as well.
  • Try going to Bintan or Bangka for great island vacations aside from Bali and Lombok.
  • Try going to Bunaken if you want to see beautiful reefs.
  • Raja Ampat is also nice.
  • Try seeing the Komodo dragons.
  • Visit the Borobudur temple in Java.
  • Visit the botanical garden in Bogor.
  • Visit the Thousand Islands in Jakarta.
  • Go hike one of our many beautiful mountains.

----------
Raja Ampat

#1 in the world in underwater diversity, famous for diving; Raja Ampat is the rising star of Indonesian tourism. I haven't been here myself, but I'm quoting & translating one of the most famous Indonesian tourism blog [1] on the Raja Ampat experience:

My conclusion is that Raja Ampat is not for beginner divers. There is no dive site that has no current. It's fine if the current is slow or one-directional, but the current there is really fast! Almost on every dive, we have to do negative entry, alias doing a back roll from the ship, directly to the bottom of the ocean before the upward current sweep you back up. If you have problems with swimming, it's really easy to get left out by other people in your group.

All the hard work is worth it with the spectacular underwater view. (...)  Raja Ampat has 1309 fish species, 537 coral reef species, 699 mollusc species. (...) The underwater landscape includes wall, slope and caves - all covered in a variety of corals. In one area alone, you can see soft corals in the shape of table, brain, cauliflower, flower, pillar, etc. You can also see "leather" soft corals (...). Diving with a photographer, I can see species that I have not seen before, such as nudibranch, flatworms, and pygmy seahorse.

Raja Ampat is also famous with "Wobbegong", or carpet shark, because this shark species look like a carpet. My favorite is "Manta Ray". Only by lying in the sand, 7 Mantas, around 3 meter in size, came back and forth in front of me. In a spot called Blue Magic, I can see a different type of species - this one looks chubby and cute.




Bali

Bali has something for everybody - it has more than a pretty beach. I'm not a beach person myself, but I like going to other parts of Bali. You can expect:
  • A pretty beach.
    Surf and skydive are popular, and some of the hotels on the coast have really nice views as well.
  • Peaceful and exotic villages.
    I absolutely love Ubud. I spent my last trip to Bali hardly leaving my resort in Ubud for 2.5 days. Some of the resorts are really peaceful, with an absolutely gorgeous view of rivers, cliffs, and forests - in the middle of nowhere. Perfect place to chill, enjoy your surrounding, and treat yourself. The best resort in this area is arguably Amandari [1] - although I haven't had the chance to be there yet.


  • Culture.
    Bali is one of very few places in Indonesia where Hinduism is the majority (around 92%). It is also extremely present in the society; spend a day in Bali and you will see scenes like this on the street:
    It also boasts an extremely diverse art forms, especially music and dances. If you're in Bali, go to at least one cultural dance show, one of which looks like this.

Yogyakarta - Central Java

Yogyakarta boasts the most prominent form of royalty that is still present in modern Indonesia. The province is governed by a king, who lives in a palace ("Keraton Yogyakarta"). The museum inside is really fascinating.

Also popular are two prominent Hindu temples in Central Java (extremely near to Yogyakarta) - Candi Prambanan (Prambanan Temple) and Candi Borobudur (Borobudur Temple), both UNESCO World Heritage sites.

Borobudur, the largest single Buddhist temple in the world. You should go to the very top - it's absolutely gorgeous.

Ramayana dance show in Prambanan - a must see!


Other destinations:
  • Hike Mount Bromo (East Java), a really scenic volcano mountain.
  • Visit the cultural Tana Toraja (South Sulawesi)
  • Trekking in Irian Jaya
  • Shopping in Jakarta - the city has a lot of big shopping malls for both cheap and expensive stuff.
-----------






Best Travel Destinations in Indonesia

 http://www.quora.com/Indonesia/What-is-the-best-travel-destination-in-Indonesia

For places of culture and heritage, there are plenty of choices, however I think the most popular ones would be Toraja, Yogyakarta, Solo, and Ubud. For great beaches, Bali, Gili and Belitung islands are still among the best. 
For diving experiences, I would choose Derawan, Pulau Komodo area (Labuan Bajo, etc), Raja Ampat, Gili. For laid back shopping and hanging out, Bandung is the way to go
-------------

I was in Indonesia in August 2010 and thought everywhere I went was beautiful. Kuta in Bali is OK if you want to party all day and all night - quite a young atmosphere with most visitors in their late teens or early 20s.

Singeggi in Lombok is beautiful, far less tourists although it is quite difficult to sunbathe without constantly being asked to buy something - I found the nicest way to pass the day was to buy something, make friends and learn something culturally new! Found it to be fairly couple-y though, not somewhere I would travel to at that time of year alone. Kuta, in the south of Lombok boasts some of the nicest beaches I have ever seen, a great spot for surfing.

My favourite place was Gili Trawangan, 24 hour party place but also gorgeous beaches. I stayed 10 days and could have easily stayed a month! It was difficult to find decent affordable accomodation at peak season though.

And finally, Mount Bromo (on Java) is an absolute delight to see, an early morning start to be driven to watch the sun rise over the volcano! Dress warmly though as I was in shorts and t-shirt when lead to me having to rent a very thick jumper and buy a wooly hat from the head of an Indonesian tour guide to wrap around my feet!

-----------------

- Sumatra is definitely a place to see. Food there is amazing. Masakan Minangkabau is probably my favourite.

- I also agree with Patricia. Lombok is a better experience than Bali. Climbing the gunung Rinjani is a tough but rewarding experience... and the gilis are a wonderful place to chill out.

- Solo & Yogjakarta are very cool place and Borubudur is a unique place to visit... to me Borubudur is as amazing as Angkor Vat.
-----------

Try to visit Bandung, place named "Braga",
-----

Lake Toba and Tuk Tuk Island in North Sumatra
-----

K-shaped Island of Sulawesi is really special. It has the second greatest biodiversity in the world after Madagascar. Even Sumatra can't match that!
--------

you can explore one by one, for example the West Java you can start in Sukabumi Ujung Genteng, Serang Sawarna Beach and Kampung Baduy, after that you can go to Garut to see Kampung Sampireun, Kawah Papandayan and the other good places with different unique
----

for diving you must visit this place...... Raja Ampat (Papua) the best spot diving, Takabonerate (South Celebes) the 3rd largest park  coral reef in the world, Bhunaken (North Celebes) it's beutiful place.....
---------

Putri Island near to Jakarta is great. A small island, peace and silent...
----
 
in East Java, there are many hidden places, virgin places such as Tanjung Papuma Beach in Jember
----

Ramadhi Irawan, Clueless traveller
My top 5 travel destination in Indonesia are (in no particular order)

1. Derawan Island (Image search: derawan island)

Derawan is located to the east of Borneo (Kalimantan). It is a group of small islands.

I like this place for its beautiful beaches and its unspoiled nature. Not many travellers visit this place due to its remoteness. You will have to switch between plane, ships, cars multiple time to reach here. But once you are there it is worth it  Location: Google Maps

2. Mount Bromo

Mount Bromo is a vulcanic mountain located on eastern part of java (close to Surabaya).

This is one of the most popular destination for travelers (local and foreigners alike). Mount Bromo is an active Volcano, and the last eruption was in 2011. This is not the highest mountain in Indonesia, but often considered as the "must-visit" destination for hikers.

I like Mount Bromo for its view specially to watch sunrise at the peak of the mountain. It feels as if you are above the sky (Sunrise Bromo - Google Image).

3. Mount Kelimutu

I particularly like this one because its uniqueness. The mountain has a lake/crater of varying color (Danau kelimutu - Google Image Search). Located in Flores (about 650km east of Denpasar, Bali) is still do able, some airlines and ferry does have route to the Flores island where the Mount Kelimutu is located.

If you go here you might as well stop by at Komodo Island (Dragon Island) where you can see Komodo Dragon (Largest lizard on earth) and do some snorkeling / diving in the region of Labuan Bajo where you can spot unique fish such as Manta Ray, Hammerhead Shark as you can see below

4. Bali Island

I just like this place because its vibrant environment. You can enjoy beach party, got to pub/bar have a drink, do crazy things you won't forget for your entire life. There are some great surfing spot as well.
Well i am sure you have heard of this place.

5. Raja Ampat

By far, this is one of the most beautiful, most remote and most expensive travel destination of them all. Situated in the Papua Island (Locally known as Irian Jaya) it has a reputation of being one of the best diving spot on earth.

It has diverse fish species and beautiful coral reef, crystal clear water and unspoiled and calming nature is difficult to compare with.

Unfortunately travelling here will cost you an arm and a leg. First of all it will cost you around 1500 EUR to 3000 EUR for accommodation only (usually this cost includes meals, diving, snorkeling). Second of all Raja Ampat is very remote. It is utterly far from big city. First you need to go to Sorong the closest city with Airstrip, then from there you need to continue your journey by Boat to Raja Ampat
       















 

Monday, November 11, 2013

Estergon'dan Budapeste'ye Türk izleri - Macaristan Gezi Rehberi


http://www.zekionsoz.com/wordpress/?p=227

ESTERGON’DAN BUDAPEŞTE’YE

ESTERGON’DAN,  BUDAPEŞTE’YE
                                                                    Zeki Önsöz
                                                                                                        Estergon Estergon adını ve Estergon türküsünün   öyküsünü  ilk defa ortaokulda İstikâl Savaşı gazisi tarih öğretmenimden işittim.  Yıllar  sonra, eski Osmanlı ülkeleri ve şehirlerini gezmeyi düşündüğümde, öncelikle  Estergon’ a   gitmeyi  istedim.
                                       XXX
 Bir sonbahar ayında uçakla Budapeşte’ye geldik. Ertesi sabah, metro ile Arpad köprüsü yakınındaki  garaja gittik.  Oradan bir otobüsle Estergon’a doğru hareket ettik. Yolculuğumuz Tuna nehri kıyısından Macar ovalarını seyrederek birbuçuk saat sürdü. Yeşillikler içindeki, temiz, bakımlı köy ve şehirlerden geçerek Estergon’a vardık.
                                                  Estergon  Kalesi
Estergon kalesi Tuna nehri kıyısında bir kartal yuvası gibi yükseliyordu. Önce   kalenin müzesini gezdik. Müzede   Estergon’un tarih içindeki macerasını gösteren eşyalar; özellikle Türklerle ilgili silâhlar, resimler ve diğer eserler vardı. Müzeyi gezdikten sonra kalenin en yüksek burcuna çıktık .  Aşağıda  Tuna nehri, Estorgon Kalesi eteklerinde kıvrılarak akıyordu. Estergon Kalesi, türküde söylendiği gibi  subaşı duraktı. Tuna’ya, kaleye anlatılamaz duygularla baktım. Kimbilir benim bulunduğum bu serhat kalesinin burcunda  hangi  subayımız, hangi askerimiz  Tuna’ya baktı? Burada nasıl mücadeleler oldu? Hangi askerimiz,  ‘’İlay-ı kelimetullah’’ için,  ‘’vatan’’ için burada şehitlik şerbetini içti?
                                                                                                     Estergon Kalesi‘nin burcunda                
Şühedâ için ellerimi açıp, fatihalarımı onların ruhuna gönderdim. Buraya gelmeden, bir kere daha okuduğum Estergon kalesi için atalarımın o zamanki tarihi gerçeklere ve mantığa uygun şanlı mücadelelerini hatırladım.
                               XXX
Estergon,  16. ve 17. asırlarda Türk akıncılarının ve serhat gazilerinin en namlı merkezlerinden biri, önemli bir Türk kalesi ve şehri idi. Estergon Budin’den Slovakya ve Viyana’ya doğru Doğu Avusturya yoluna hâkim en önemli kale idi.
Estergon,  1526’da Kanuni Sultan Süleyman’ın Mohaç Zaferi’nden  sonra alınmış, daha sonra 1539’da Almanlar tarafından işgâl edilmişti. Kanunî,  1543’da bütün Macaristan’ı Türk Devlet’ine bağladığı  seferde, 29 Temmuz’da Estergon önüne geldi. 12 gün süren kuşatmada, kale 315 topla bombardıman edildi. Kalede Alman, İtalyan, İspanyol, Hırvat, Çek, Slovak ve Sloven birliklerinden oluşan bir Haçlı garnizonu vardı. Kale 10 Ağustos’ta teslim edildi. Camiye çevrilen büyük kilisede Kanuni Sultan Süleyman namaz kıldı.
 Müzede Estergon kalesi için Türklerle yapılan savaşı gösteren resim
 Estergon’u  Almanlar bir kere daha  1594’de ele geçirdi. Aradan on yıl geçtikten sonra,1605’de Lala Mehmet Paşa, 1 ay 5 gün süren çok şiddetli çarpışmalardan kaleyi yeniden Türk yönetimine aldı.
                                                                                                          Estergon Kalesi ve Tuna
Estergon’un elimizden çıkması 1683 yılında Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın büyük hataları yüzünden gelen Viyana kuşatması bozgunu nedeniyledir. 1 Kasım 1683’de kale büyük  Haçlı ordusuna 22 gün dayanabildi. Estergon toplam 128 yıl Türklerin elinde kaldı. Bu kısa tarih özetinden bile, Estergon’un nice arslan pençeli yiğidimizin kahramanlıklarını gördüğünü, nice şehidimizin  o  kale için kanını akıttığına şahit olduğunu anlıyoruz .  Estergon’un kaybı, bu kale için nice mücadelelere girmiş bir kahramanımızı öyle duygulandırdı ki;  Tuna kıyısına oturup sazını eline aldı ve bugüne kadar gelen o hüzünlü türküyü söyledi:
Estergon kalesi su başı durak
Kemirir gönlümü bir sinsi firak
Gönül yâr peşinde, yâr ondan ırak
Akma Tuna akma, ben bir dertliyim
Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım


Estergon kalesi su başı kale
Gökler ser çekmiş burçları hele
Biz böyle kaleyi vermezdik ele
Akma Tuna akma, ben bir dertliyim
Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım

Estergon kalesi papazla doldu
Ay tutuldu güneş buluta girdi
Neneler karadan yaslar bağladı
Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Yâr peşinde koşar, kara bahtlıyım
Beynimde gümbürdeyen mehter davulları ve içimi yakan bu hüzünlü düşüncelerle kaleden ayrıldık. Kalenin yanında   lenduha  bir katedral ve önüne dikili büyük bir haç ve etrafta bir sürü kilise vardı.  Estergon tarihte  Macaristan piskopoluğunun merkezi idi. Şehirde görülecek birşey olmadığından,  Anadolu kasabalarındaki gibi bir pazar   yerinden garaja doğru yürüdük.    Vaktiyle atalarımızın at koşturduğu uçsuz bucaksız Macar ovalarından geçerek, 1,5 saatlik bir yolculuktan sonra Budapeşte’ye  geldik.
 Budapeşte
                                                                                                                                             Budapeşte
Budapeşte, 1.702.297 nüfusu ile   10 milyon nüfuslu Macaristan’ın başkentidir. Macaristan’ın fert başı milli geliri 11.680 Dolardır. (Kaynak: Der Fischer Weltalmanach 2010)
Tuna nehri, Budapeşte’yi ikiye ayırıyor. Buda, kentin tepeli kısmında. Tuna’yı  gerdanlık gibi süsleyen  köprülerle geçilen Peşte ise ovalık bir alanda yer alıyor. Önemli resmi yapılar,  parlamento, opera ve tiyatrolar burada.
                                                                         Tuna üzerinde Buda’yı Peşte’ye bağlayan köprüler
Macarlar tarihleri ile bağlarına çok önem veriyor. Eski yapıları yıkıp gökdelenler dikmemişler. Binalar ve evler hep rönasans, gotik,  barok gibi eski tarzlarda yapılmış. Binalar ve ön cephelerindeki  bu tarzlara ait süslemeler, rölyef, heykeller ile şehircilik anlayışında Avusturya’nın tesiri görülüyor.  Türklerden sonra, 1.Dünya Savaşı’na kadar Macaristan’a hâkim olan Avusturyalıların Türk eserlerini yok etmesine karşılık, Macarlar kalabilen Türk eserlerine sahip çıkmışlar. Macarlarda Türklere karşı diğer Balkan ülkelerinde  gördüğümüz kompleks  yok. Bizi tarihlerinin bir parçası olarak görüyorlar. Onun için Türklerden kalan cami, hamam, türbe, kale gibi  eserleri koruma altına almışlar. Budapeşte’de ve diğer şehirlerinde bazı caddelere Türk isimleri vermişler.                                                                      Öğretmenleri ile müze gezen Macar çocukları                          
 Atalarımız Budapeşte’ye 157 yıl  hâkim oldu .  Osmanlının bu şehrinde bizden bir çok hâtıra var. Bugün  Gülbaba Türbesi’ni ziyaret etmek istiyoruz. Şehrin Buda kesimine tranvayla Margit Köprüsü’nü geçerek gidiyoruz. Şehrin çok kullanışlı bir metro ve tranvay ulaşım ağı var. Bir Osmanlı hamamı yanından yürüyerek nihayet Gül Baba türbesinin bulunduğu Rozsadomb’a yani Gül tepeye  ulaşıyoruz.
                                                                             Gül Baba Türbesi
Türbe gül ağaçları ile dolu bir bahçenin içinde. Taştan, sekizgen şeklindeki küçük yapının    kurşunla kaplı kubbesi   üzerinde bir hilâl duruyor. Yapının bir tek penceresi ve  kapısı var. Sanduka türbenin ortasında ve üstüne Türk işi bir örtü serilmiş. Duvarlar levhalarla süslenmiş.  Gül Baba 1541’de vefat etmiş. Türbeyi 1543 – 1548 yılları arasında Mehmet Paşa   yaptırmış.
Gül Baba’nın şahsiyeti hakkında bildiklerimizi ünlü gezginimiz Evliya Çelebi’ye borçluyuz. Evliya’ya göre; Gül Baba’nın asıl adı Cafer’dir. Amasya’nın Merzifon kazasındandır. Sarığında hep   gül   taşıdığı için ona bu isim verilmiştir.  Gül Baba, ordu sefere çıktığında askerlerin yanında onlara güç veren, manevî fethe katılan derviş, alperenlerimizden biri idi. Yeniçerilerin piri Hacı Bektaş-ı Veli olduğu için bu Bektaşi dervişinin de ordu üzerinde büyük etkisi vardı. Onun Budin’in 1529’da fethinden sonra 11 yıl bu şehirde yaşadığını ve Macarlara da  kendini sevdirdiğini öğreniyoruz. Gül Baba 1541’de vefat ettiğinde cenaze namazı, aralarında Kanuni Sultan Süleyman’ın da bulunduğu  200.000 kişi ile kılınmıştır.  Türkiye’de Gül Baba’nın ahvadı olarak bilinen en ünlü isim, büyük yazar ve düşünürümüz Samiha Ayverdi’dir.
İnsanları kendine sevgiyle çeken   Bektaşi dervişi Gül Baba’nın türbesinden  ayrılıp,   şehre dönüyoruz. Macarlar her yere kendi tarihlerinin önemli devlet, fikir ve sanat adamlarının heykellerini koymuşlar.
                                                                          Kahramanlar Meydanı
Güzel Sanatlar Müzesi önündeki heykeller topluluğu adeta Macar tarihini canlandırıyordu. Önde Arpad ve arkadaşları atları ve devasa heykelleri büyük bir kaidenin üzerinde duruyordu. İki yanda Macar tarihinin önemli şahsiyetleri boy boy sıralanmıştı. Heykel kaidelerinde kabartmalar halinde zaferleri resmedilmişti. Heykeller arasında İmre Tökeli ve L. Kossuth’da vardı.
                                                   Tökeli Imre’nin heykeli                                 
 Tökeli Avusturya’ya karşı Osmanlı’nın yanında yer alan Macar kralı idi. Tökeli Osmanlı’ya sadakatını mührüne şöyle yazdırmıştı;
’Muin-i Ali Osman’a itaat üzereyim emre, Kral-ı Orta Macar’ım ki namım Tökeli İmre’’
 Lojos Kossuth ise  Avusturyalılardan kaçarak Türkiye’ye sığınan, Kütahya’da Osmanlı Devleti’nin yardımı ve izniyle bir müddet yaşayan bir Macar milliyetçi devlet adamı idi. Bu blokların önünde meçhul asker abidesi ve nöbet bekleyen iki asker vardı. Böylece geçmişten günümüze bütün Macar tarihi bu meydanda idi.
Resim ve heykel müzesinde  büyük ressam ve heykeltraşların eserlerini gördük. Küçük Macaristan’ın bunları nasıl topladığına şaşırdım. Aynı duyguya Opera  ve Parlamento binasını gezerken de kapıldım. Opera binası geçen yüzyılda yapılmış son derece ihtişamlı bir yapı.  Kilolarca altın, yaldız, kristal ve metrelerce kadife  kullanılmış. Krallar, devlet başkanları burada ağırlanmış.                                                                                                                     Parlamento binası da gotik tarzda yapılmış. Avrupa’da Londra’da   gördüğüm İngiliz Parlamento binasından sonra en ihtişamlı yapı.
                                                                                                                            Parlamento
Gezimizin son gününde Buda’da bulunan  kaleye çıktık. Kale şehre hâkim bir tepenin üzerinde. Buradan Tuna’ya, köprülere ve dün gezdiğimiz  Margit adasına bakıyoruz. Geniş bir alana yayılmış kale, içindeki binalar ile adeta bir açık hava müzesi gibi. Balıkçı Kulesi, Tarih müzesi, Milli kütüphane bunlardan bazıları.
Burası da Estergon gibi Türk tarihinin acıklı fakat şanlı sayfalarından birinin yazıldığı yerdir.  Viyana kuşatmasından sonra  1684 Temmuzundan Kasıma kadar bütün Haçlı orduları Budin’i kuşattılarsa da, Kara Mehmet Paşa’nın ölümü pahasına şanlı savunması nedeniyle ağır kayıplar vererek çekildiler. Budin 1686 haziranında  yine bütün Avrupa ülkelerinden gelen yüzbin kişilik Haçlı ordusunca kuşatıldı. Kuşatma aylarca sürdü. Budin valisi,  kahraman  Abdurrahman Abdi Paşa ve Türk askerleri, teslim olmadılar, ellerinde kılıçları ile düşmanla çarpışarak şehit düştüler. Kanuni 157 yıl önce bu şehri aldığında bir tek Hırıstiyanın burnunu dahi kanatmamıştı. Haçlılar ise şehirde çoluk çocuk Türk herkesi katletti. Şehirde bulunan 81 cami ve diğer Türk eserleri yakılıp, yıkıldı.
Son Budin valisi kahraman  Abdurrahman Abdi Paşa’nın mezarı
Kalede ve Budapeşte’deki en son ziyaretimi, Budin’in son valisi,  vezir Abdurrahman Abdi Paşa’nın mezarına yapıyorum. Macarlar bile yiğitliğine hayran oldukları bu Türk kumandanının mezarını yapmışlar ve mezar taşına Türkçe ve Macarca “145 yıllık Türk egemenliğinin son Budin Valisi Abdurrahman Abdi Paşa, bu yerin yakınında 1686 Eylül ayının 2. günü öğleden sonra yaşamının 70. yılında maktul düştü. Kahraman düşmandı, rahat uyusun!”     yazmışlar.
Düşmanının bile hayran olduğu şehidin mezar toprağını, onun kahramanlığından duyduğum gururla, gözyaşlarım ve dualarımla ıslatıyorum…
Atalarımız Avrupa’nın ortası olan bu topraklarda yalnız medeniyet eserleri olan hamamlar, kervansaraylar, camiler, türbeler, köprüler bırakmadı, böyle kahraman evlatlarını da bıraktı. Estergon’dan Budapeşte’ye süren bu gezinin sonunda dudaklarımdan Atsız’ın şu mısraları dökülüyor;
‘’Bir gün olur, elbette eski beğler dirilir;
  Yine kılıç kuşanır tarihteki paşalar.
  Yine şanlar alınıp nice canlar verilir,
  Yiğit akınımızdan yine dünya şaşalar.’’
Mayıs / 2010