http://www.zekionsoz.com/wordpress/?p=227
ESTERGON’DAN BUDAPEŞTE’YE
ESTERGON’DAN, BUDAPEŞTE’YE
Zeki Önsöz
Estergon
Estergon adını ve Estergon türküsünün öyküsünü ilk defa ortaokulda
İstikâl Savaşı gazisi tarih öğretmenimden işittim. Yıllar sonra, eski
Osmanlı ülkeleri ve şehirlerini gezmeyi düşündüğümde, öncelikle
Estergon’ a gitmeyi istedim.
XXX
Bir sonbahar ayında uçakla Budapeşte’ye geldik. Ertesi sabah, metro
ile Arpad köprüsü yakınındaki garaja gittik. Oradan bir otobüsle
Estergon’a doğru hareket ettik. Yolculuğumuz Tuna nehri kıyısından Macar
ovalarını seyrederek birbuçuk saat sürdü. Yeşillikler içindeki, temiz,
bakımlı köy ve şehirlerden geçerek Estergon’a vardık.
Estergon Kalesi
Estergon kalesi Tuna nehri kıyısında bir kartal yuvası gibi
yükseliyordu. Önce kalenin müzesini gezdik. Müzede Estergon’un tarih
içindeki macerasını gösteren eşyalar; özellikle Türklerle ilgili
silâhlar, resimler ve diğer eserler vardı. Müzeyi gezdikten sonra
kalenin en yüksek burcuna çıktık . Aşağıda Tuna nehri, Estorgon Kalesi
eteklerinde kıvrılarak akıyordu. Estergon Kalesi, türküde söylendiği
gibi subaşı duraktı. Tuna’ya, kaleye anlatılamaz duygularla baktım.
Kimbilir benim bulunduğum bu serhat kalesinin burcunda hangi
subayımız, hangi askerimiz Tuna’ya baktı? Burada nasıl mücadeleler
oldu? Hangi askerimiz, ‘’İlay-ı kelimetullah’’ için, ‘’vatan’’ için
burada şehitlik şerbetini içti?
Estergon Kalesi‘nin burcunda
Şühedâ için ellerimi açıp, fatihalarımı onların ruhuna gönderdim.
Buraya gelmeden, bir kere daha okuduğum Estergon kalesi için atalarımın o
zamanki tarihi gerçeklere ve mantığa uygun şanlı mücadelelerini
hatırladım.
XXX
Estergon, 16. ve 17. asırlarda Türk akıncılarının ve serhat
gazilerinin en namlı merkezlerinden biri, önemli bir Türk kalesi ve
şehri idi. Estergon Budin’den Slovakya ve Viyana’ya doğru Doğu Avusturya
yoluna hâkim en önemli kale idi.
Estergon, 1526’da Kanuni Sultan Süleyman’ın Mohaç Zaferi’nden sonra
alınmış, daha sonra 1539’da Almanlar tarafından işgâl edilmişti.
Kanunî, 1543’da bütün Macaristan’ı Türk Devlet’ine bağladığı seferde,
29 Temmuz’da Estergon önüne geldi. 12 gün süren kuşatmada, kale 315
topla bombardıman edildi. Kalede Alman, İtalyan, İspanyol, Hırvat, Çek,
Slovak ve Sloven birliklerinden oluşan bir Haçlı garnizonu vardı. Kale
10 Ağustos’ta teslim edildi. Camiye çevrilen büyük kilisede Kanuni
Sultan Süleyman namaz kıldı.
Müzede Estergon kalesi için Türklerle yapılan savaşı gösteren resim
Estergon’u Almanlar bir kere daha 1594’de ele geçirdi. Aradan on
yıl geçtikten sonra,1605’de Lala Mehmet Paşa, 1 ay 5 gün süren çok
şiddetli çarpışmalardan kaleyi yeniden Türk yönetimine aldı.
Estergon Kalesi ve Tuna
Estergon’un elimizden çıkması 1683 yılında Merzifonlu Kara Mustafa
Paşa’nın büyük hataları yüzünden gelen Viyana kuşatması bozgunu
nedeniyledir. 1 Kasım 1683’de kale büyük Haçlı ordusuna 22 gün
dayanabildi. Estergon toplam 128 yıl Türklerin elinde kaldı. Bu kısa
tarih özetinden bile, Estergon’un nice arslan pençeli yiğidimizin
kahramanlıklarını gördüğünü, nice şehidimizin o kale için kanını
akıttığına şahit olduğunu anlıyoruz . Estergon’un kaybı, bu kale için
nice mücadelelere girmiş bir kahramanımızı öyle duygulandırdı ki; Tuna
kıyısına oturup sazını eline aldı ve bugüne kadar gelen o hüzünlü
türküyü söyledi:
Estergon kalesi su başı durak
Kemirir gönlümü bir sinsi firak
Gönül yâr peşinde, yâr ondan ırak
Akma Tuna akma, ben bir dertliyim
Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım
Estergon kalesi su başı kale
Gökler ser çekmiş burçları hele
Biz böyle kaleyi vermezdik ele
Akma Tuna akma, ben bir dertliyim
Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım
Estergon kalesi papazla doldu
Ay tutuldu güneş buluta girdi
Neneler karadan yaslar bağladı
Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Yâr peşinde koşar, kara bahtlıyım
Beynimde gümbürdeyen mehter davulları ve içimi yakan bu hüzünlü
düşüncelerle kaleden ayrıldık. Kalenin yanında lenduha bir katedral
ve önüne dikili büyük bir haç ve etrafta bir sürü kilise vardı.
Estergon tarihte Macaristan piskopoluğunun merkezi idi. Şehirde
görülecek birşey olmadığından, Anadolu kasabalarındaki gibi bir pazar
yerinden garaja doğru yürüdük. Vaktiyle atalarımızın at koşturduğu
uçsuz bucaksız Macar ovalarından geçerek, 1,5 saatlik bir yolculuktan
sonra Budapeşte’ye geldik.
Budapeşte
Budapeşte
Budapeşte, 1.702.297 nüfusu ile 10 milyon nüfuslu Macaristan’ın
başkentidir. Macaristan’ın fert başı milli geliri 11.680 Dolardır.
(Kaynak: Der Fischer Weltalmanach 2010)
Tuna nehri, Budapeşte’yi ikiye ayırıyor. Buda, kentin tepeli
kısmında. Tuna’yı gerdanlık gibi süsleyen köprülerle geçilen Peşte ise
ovalık bir alanda yer alıyor. Önemli resmi yapılar, parlamento, opera
ve tiyatrolar burada.
Tuna üzerinde Buda’yı Peşte’ye bağlayan köprüler
Macarlar tarihleri ile bağlarına çok önem veriyor. Eski yapıları
yıkıp gökdelenler dikmemişler. Binalar ve evler hep rönasans, gotik,
barok gibi eski tarzlarda yapılmış. Binalar ve ön cephelerindeki bu
tarzlara ait süslemeler, rölyef, heykeller ile şehircilik anlayışında
Avusturya’nın tesiri görülüyor. Türklerden sonra, 1.Dünya Savaşı’na
kadar Macaristan’a hâkim olan Avusturyalıların Türk eserlerini yok
etmesine karşılık, Macarlar kalabilen Türk eserlerine sahip çıkmışlar.
Macarlarda Türklere karşı diğer Balkan ülkelerinde gördüğümüz kompleks
yok. Bizi tarihlerinin bir parçası olarak görüyorlar. Onun için
Türklerden kalan cami, hamam, türbe, kale gibi eserleri koruma altına
almışlar. Budapeşte’de ve diğer şehirlerinde bazı caddelere Türk
isimleri vermişler.
Öğretmenleri
ile müze gezen Macar çocukları
Atalarımız Budapeşte’ye 157 yıl hâkim oldu . Osmanlının bu
şehrinde bizden bir çok hâtıra var. Bugün Gülbaba Türbesi’ni ziyaret
etmek istiyoruz. Şehrin Buda kesimine tranvayla Margit Köprüsü’nü
geçerek gidiyoruz. Şehrin çok kullanışlı bir metro ve tranvay ulaşım ağı
var. Bir Osmanlı hamamı yanından yürüyerek nihayet Gül Baba türbesinin
bulunduğu Rozsadomb’a yani Gül tepeye ulaşıyoruz.
Gül Baba Türbesi
Türbe gül ağaçları ile dolu bir bahçenin içinde. Taştan, sekizgen
şeklindeki küçük yapının kurşunla kaplı kubbesi üzerinde bir hilâl
duruyor. Yapının bir tek penceresi ve kapısı var. Sanduka türbenin
ortasında ve üstüne Türk işi bir örtü serilmiş. Duvarlar levhalarla
süslenmiş. Gül Baba 1541’de vefat etmiş. Türbeyi 1543 – 1548 yılları
arasında Mehmet Paşa yaptırmış.
Gül Baba’nın şahsiyeti hakkında bildiklerimizi ünlü gezginimiz Evliya
Çelebi’ye borçluyuz. Evliya’ya göre; Gül Baba’nın asıl adı Cafer’dir.
Amasya’nın Merzifon kazasındandır. Sarığında hep gül taşıdığı için
ona bu isim verilmiştir. Gül Baba, ordu sefere çıktığında askerlerin
yanında onlara güç veren, manevî fethe katılan derviş, alperenlerimizden
biri idi. Yeniçerilerin piri Hacı Bektaş-ı Veli olduğu için bu Bektaşi
dervişinin de ordu üzerinde büyük etkisi vardı. Onun Budin’in 1529’da
fethinden sonra 11 yıl bu şehirde yaşadığını ve Macarlara da kendini
sevdirdiğini öğreniyoruz. Gül Baba 1541’de vefat ettiğinde cenaze
namazı, aralarında Kanuni Sultan Süleyman’ın da bulunduğu 200.000 kişi
ile kılınmıştır. Türkiye’de Gül Baba’nın ahvadı olarak bilinen en ünlü
isim, büyük yazar ve düşünürümüz Samiha Ayverdi’dir.
İnsanları kendine sevgiyle çeken Bektaşi dervişi Gül Baba’nın
türbesinden ayrılıp, şehre dönüyoruz. Macarlar her yere kendi
tarihlerinin önemli devlet, fikir ve sanat adamlarının heykellerini
koymuşlar.
Kahramanlar Meydanı
Güzel Sanatlar Müzesi önündeki heykeller topluluğu adeta Macar
tarihini canlandırıyordu. Önde Arpad ve arkadaşları atları ve devasa
heykelleri büyük bir kaidenin üzerinde duruyordu. İki yanda Macar
tarihinin önemli şahsiyetleri boy boy sıralanmıştı. Heykel kaidelerinde
kabartmalar halinde zaferleri resmedilmişti. Heykeller arasında İmre
Tökeli ve L. Kossuth’da vardı.
Tökeli Imre’nin heykeli
Tökeli Avusturya’ya karşı Osmanlı’nın yanında yer alan Macar kralı idi. Tökeli Osmanlı’ya sadakatını mührüne şöyle yazdırmıştı;
‘
’Muin-i Ali Osman’a itaat üzereyim emre, Kral-ı Orta Macar’ım ki namım Tökeli İmre’’
Lojos Kossuth ise Avusturyalılardan kaçarak Türkiye’ye sığınan,
Kütahya’da Osmanlı Devleti’nin yardımı ve izniyle bir müddet yaşayan bir
Macar milliyetçi devlet adamı idi. Bu blokların önünde meçhul asker
abidesi ve nöbet bekleyen iki asker vardı. Böylece geçmişten günümüze
bütün Macar tarihi bu meydanda idi.
Resim ve heykel müzesinde büyük ressam ve heykeltraşların eserlerini
gördük. Küçük Macaristan’ın bunları nasıl topladığına şaşırdım. Aynı
duyguya Opera ve Parlamento binasını gezerken de kapıldım. Opera binası
geçen yüzyılda yapılmış son derece ihtişamlı bir yapı. Kilolarca
altın, yaldız, kristal ve metrelerce kadife kullanılmış. Krallar,
devlet başkanları burada ağırlanmış.
Parlamento
binası da gotik tarzda yapılmış. Avrupa’da Londra’da gördüğüm İngiliz
Parlamento binasından sonra en ihtişamlı yapı.
Parlamento
Gezimizin son gününde Buda’da bulunan kaleye çıktık. Kale şehre
hâkim bir tepenin üzerinde. Buradan Tuna’ya, köprülere ve dün gezdiğimiz
Margit adasına bakıyoruz. Geniş bir alana yayılmış kale, içindeki
binalar ile adeta bir açık hava müzesi gibi. Balıkçı Kulesi, Tarih
müzesi, Milli kütüphane bunlardan bazıları.
Burası da Estergon gibi Türk tarihinin acıklı fakat şanlı
sayfalarından birinin yazıldığı yerdir. Viyana kuşatmasından sonra
1684 Temmuzundan Kasıma kadar bütün Haçlı orduları Budin’i kuşattılarsa
da, Kara Mehmet Paşa’nın ölümü pahasına şanlı savunması nedeniyle ağır
kayıplar vererek çekildiler. Budin 1686 haziranında yine bütün Avrupa
ülkelerinden gelen yüzbin kişilik Haçlı ordusunca kuşatıldı. Kuşatma
aylarca sürdü. Budin valisi, kahraman Abdurrahman Abdi Paşa ve Türk
askerleri, teslim olmadılar, ellerinde kılıçları ile düşmanla çarpışarak
şehit düştüler. Kanuni 157 yıl önce bu şehri aldığında bir tek
Hırıstiyanın burnunu dahi kanatmamıştı. Haçlılar ise şehirde çoluk çocuk
Türk herkesi katletti. Şehirde bulunan 81 cami ve diğer Türk eserleri
yakılıp, yıkıldı.
Son Budin valisi kahraman Abdurrahman Abdi Paşa’nın mezarı
Kalede ve Budapeşte’deki en son ziyaretimi, Budin’in son valisi,
vezir Abdurrahman Abdi Paşa’nın mezarına yapıyorum. Macarlar bile
yiğitliğine hayran oldukları bu Türk kumandanının mezarını yapmışlar ve
mezar taşına Türkçe ve Macarca “145 yıllık Türk egemenliğinin son Budin
Valisi Abdurrahman Abdi Paşa, bu yerin yakınında 1686 Eylül ayının 2.
günü öğleden sonra yaşamının 70. yılında maktul düştü. Kahraman
düşmandı, rahat uyusun!” yazmışlar.
Düşmanının bile hayran olduğu şehidin mezar toprağını, onun
kahramanlığından duyduğum gururla, gözyaşlarım ve dualarımla
ıslatıyorum…
Atalarımız Avrupa’nın ortası olan bu topraklarda yalnız medeniyet
eserleri olan hamamlar, kervansaraylar, camiler, türbeler, köprüler
bırakmadı,
böyle kahraman evlatlarını da bıraktı.
Estergon’dan Budapeşte’ye süren bu gezinin sonunda dudaklarımdan
Atsız’ın şu mısraları dökülüyor;
‘’
Bir gün olur, elbette eski beğler dirilir;
Yine kılıç kuşanır tarihteki paşalar.
Yine şanlar alınıp nice canlar verilir,
Yiğit akınımızdan yine dünya şaşalar.’’
Mayıs / 2010